Mercan Dede İle Kanada Üzerine
Röportajlar 25 Eylül 2017 admin
Concordia Üniversitesi’nde Güzel Sanatlar üzerine mastırımı yapıp, aynı üniversitenin Güzel Sanatlar Bölümü’nde öğretim üyeliği yaptım.
Mercan Dede, nam-ı diğer DJ Arkın Allen, Doğu’ya özgü Sufi müziğinin ilahi geleneğini çağdaş müziğin tınılarıyla incelikli bir şekilde harmanlayarak eski ile yeniyi, Doğu ile Batı’yı birleştiriyor. Görsel sanatlarla ilgili kişisel sergileri ve multimedya çalışmaları devam ediyor. Yani Kanada gibi çok renkli…
Biz Mercan Dede’yi Kanada’lardan bulduk. Eşsiz mütevazılığı ile bizlerle paylaştığı öğrencilik ve yaşam deneyimi ilham verici. Türkiye’nin en çok tanınan Kanada’da eğitim görmüş isimlerinden biri. Mercan Dede’yi dergimizde konuk etmek bizim için büyük mutluluk. Gönül müziği yapan Mercan Dede röportajımızla sizleri baş başa bırakıyorum…
Şunu belirtmeliyim ki; uzun yıllar Mercan Dede adıyla yapmakta olduğunuz müziği keyifle dinleyenlerdenim. Fakat bir araştırma yapmak istediğimizde üç isimle karılaşıyoruz. Kısaca anlatabilir missiniz, nedir bu isimlerin hikâyesi?
Aslında bu isimlerin hikâyesi başlı başına bir röportaj konusu olabilir, o yüzden dilerseniz biz şimdilik Mercan Dede ile tanışalım. Gerçek ismim Arkın Ilıcalı, Kanada’da eğitim için bulunduğum yıllarda Golden Horn plak şirketinden çok sevgili Ateş Temeltaş bir albüm yapma önerisiyle geldiğinde hem çok mutlu olmuştum, hem de bugün olduğu gibi o zaman da kendimi müzisyen olarak görmediğim için ismimi bir albüme koyma konusunda biraz kaygılandım. Albümün yapılma sürecinden çok etkilenerek okumaya başladığım olağanüstü yazar İhsan Oktay Anar ‘ın Puslu Kıtalar Atlası kitabında adı bir kere geçen Havai Mercan Dede karakteri karşıma çıktığında, bir anda bu ismin güzelliğinden dolayı albüme sanatçı adı olarak bunu koymaya karar verdim.
Su Dreams albümü Mercan Dede takma adı ile çıktı, ancak bir süre sonra; “yurt dışında yaşayan beyaz sakallı, hafif asabi, yaşlı bir neyzen” bekleyen dinleyici kitlesinin karşısına çıktığım ilk konserde, sanırım görüntümün tezatlığının yarattığı hayal kırıklığı ile bu isim bana takılı kaldı. O gün bugün, bu sakallı ve asabi yaşlı neyzenle dostluğumuz devam ediyor.
Arkın Allen ismi, ise DJ’lik yapmaya başladığım zamanda kullandığım bir isimdi, o da yine zaman içinde DJ kimliğinin değişmez bir parçası halinde geldi.
İsimler aslında daha fazla, hatta kimsenin bilmediği isimler altında yaptığım müzik çalışmaları da var, ama ben aslında isimlere, sıfatlara insanların takıldığı kadar takılmıyorum. Özünde olan hep aynı ruh gibi geliyor bana. Her isim, her gün giydiğimiz başka bir kıyafet, oysa önemli olan kıyafetin içindeki…
Türkiye’de doğdunuz ve ney, bendir, pan fülüt, davul ve vokal sanatçısı olma yolunda müzik eğitiminizi, geleneksel yollardan, tasavvuf müzik ustalarından aldınız. Müziğe ilginizi ilk ne zaman fark ettiniz ve bu alanda ilk çalışmalarınız nasıl?
Aslında bu konu yine biraz Mercan Dede ile ilgili yaratılan mitoloji sebebiyle yanlış biliniyor. Aslında akademik anlamda hiçbir müzik eğitimim yok. Türk perküsyon sazları ve ney sazında belki amatör seviyede bir icracı olabilirim ama kesinlikle daha fazlası değil. Nezih Uzel gibi hem tasavvuf müziği hem de tasavvuf kültürünün önemli isimleri ile aynı mekanlarda olmak gibi şansımız oldu ancak zaten buralarda çok değerli müzisyenler ve usta sanatçılar olduğu için, bizim buralardan yetiştiğimizi söylemek gerçekten fazla iddialı olur. Belki bu ortamlardan ilham ve feyz aldım diyebilirim.
Yine Ebru sanatı vesilesiyle Niyazi Sayın hoca ile tanışmak böylesi olağanüstü hatıralardan biridir.
Benim müziğe ilgim ise Ney sanatına olan hayranlığım ile başladı, küçükken bir radyo programında duyduğum ney sesinin peşinden giderek aslında bugünlere geldim.
İlk neyimi maddi imkânsızlıklardan plastik bir su borusundan açarak yaptım. Tüm akorları yanlış ama içindeki ney sevgisi çok doğru olan bu neyin hâlâ bende çok değerli bir yeri vardır.
Özellikle Montreal’e taşındıktan sonra bu ülkenin son derece hoş görülü, barışsever ve nazik insanların olduğu bir yer olduğunu fark ettiğim anda artık burada yaşama süreci başladı. İkinci bir evim oldu yani.
Doğuya özgü Su müziği ile çağdaş müziği harmanlayarak eski ile yeniyi birleştiren bir yorumunuz var. Müziğe başlarken çalışmalarınızın bu yöne everileceğini düşünmüş müydünüz? Şu an geldiğiniz noktada yaptığınız müziği siz nasıl tanımlıyorsunuz?
Mevlana; “Düne ait söz dünde kaldı, bugün yeni bir söz söylemek lazım”, diyor ve bu anlamda ben geçmişe ait her şeyin bugün yeniden yorumlanması gerektiğine inanan biri olarak, farklı, samimi, bugün yaşayan, nefes alan, aynen semazen gibi bir ayağı köklerde ve doğuda, diğer ayağı ile dünyayı dolaşabilen bir müzik yaratmak istedim.
Mercan Dede müzikleri dünyada çok farklı isimler altında dinleniyor. Sıfatlara aldırış etmeyen biri olarak, ben hepsini ilginç ve doğru buluyorum. Ancak bana göre, benim müziğimi tarif etmeye en uygun söz, “gönül müziği” sözü. Çünkü akademik ya da entelektüel olmayan, kalpten gelen ve insanların kalplerine dokunabilmesini umut ettiğim bir müzik yapmaya çalıştığım.
En başta, yani Sufi Dreams albümünün yapıldığı 1994 yılında asla bu müziklerin bugünlere geleceği, hatta Mercan Dede diye bir karakterin ortaya çıkacağı aklıma gelmezdi, bu amaçlar ya da böyle hede erle yapılmadı. Sadece bugün olduğu gibi o zaman da inandığım yolda yürümem gerektiğine inandım ve bu yolda yalnız kalmaktan, hatta ormanda kaybolmaktan korkmadım. Arada kaybolmadan yeni yerler keşfedilmiyor. Bugün geldiğimiz yer benim rüyalarımın ötesinde. Sanırım başka güzel kaynakların enerjileri sayesinde yaratılan bir yer.
Eğitim yaşamınıza baktığımızda oldukça renkli bir tablo ile karşılaştık. Bize Türkiye’deki eğitiminizden bahseder misiniz biraz?
İstanbul Basın Yayın Yüksekokulu mevzunuyum. Üniversite sürecinde, daha önce de bahsettiğim değerli üstat, rahmetli Nezih Uzel, yaşayan en önemli sanatçılardan çok değerli İhsan Özgen hoca , Niyazi Sayın hocamız, aynı sahneyi paylaşma onuruna sahip olduğum rahmetli Kani Karaca, bana muazzam ilham ve feyz veren çok değerli sanatçıların başında geliyor.
Basın Yayın Yüksekokulu kısmında ise, çok değerli fotoğraf sanatçısı Kayıhan Güven bize fotoğraf sevgisini aşılayan önemli bir hoca ve dosttur.
Kanada’ya gelme fikri nereden çıktı ve yeni bir ülkeye alışma süreciniz nasıl geçti?
Basın Yayın’da fotoğra a ilgilenmeye başlamıştım ve bir gün Kanada’daki Saskatoon Public Library’den küçük, son derece mütevazı bir sergi için davet aldım, her şey bu davetle başladı. Ardından bu süreçte Sanat Tarihi bölümünde Ebru sanatıyla ilgili yaptığım bir sunum çok ilgi gördü ve yine Sanat Tarihi bölümünden orada baskı eğitimi almam için bir öneri geldi. Derken bunu Concordia’daki mastır eğitimim takip etti.
Bu anlamda hem Kanada’ya alışma hem de aslında çok çok az bildiğim İngilizceyi geliştirme süreci, benim eğitim sürecimle aynı yıllara denk geldi.
Zaman içinde, özellikle Montreal’e taşındıktan sonra bu ülkenin son derece hoşgörülü, barışsever ve nazik insanların olduğu bir yer olduğunu fark ettiğim anda artık burada yaşama süreci başladı. İkinci bir evim oldu yani.
Kanada’da almış olduğunuz lisans ve yüksek lisans eğitimleri hakkında biraz bilgi verebilir misiniz?
Görsel Sanatlara gelince ki herkesin düşündüğünün tam tersine, esas eğitimim olan alan müzik değil budur. Kanada’da, öncelikle Saskatchewan Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi’nde baskı üzerine eğitimimi aldım. Gerçekten baskı alanında dünyanın sayılı hocalarının olduğu çok iyi bir bölümdür. Ardından Montreal’deki Concordia Üniversitesi’nde yine Güzel Sanatlar üzerine mastırımı yapıp, aynı üniversitenin Güzel Sanatlar Bölümü’nde öğretim üyeliği yaptım. Aynı dönemde Mercan Dede ile tanışıp yollara düşmeye başlayınca üniversitedeki görevimden ayrıldım, ama görsel sanatlarla olan ilişkim asla kesilmedi. Özellikle son 7 yıldır hem kişisel sergiler hem de multimedya projelerle bu alanda oldukça yoğun olarak çalışmaya devam ediyorum.
Sanat üzerine Kanada’da eğitim almak sizin üzerinizde nasıl bir etki bıraktı? Bu durumu ayrıcalıklı buluyor musunuz?
Kanada’ya aslında bu anlamda teşekkür borcum var. Oldukça iyi bir eğitim sistemine sahip, farklı okulların değişik sistemleri ve takip ettikleri ekoller var. Kendimi geliştirmemde toplam 10 yıl süren bu akademik sürecin bugün geldiğim yere çok büyük katkısı olduğu düşüncesindeyim.
Daha sonra, Concordia Üniversitesi’nin Güzel Sanatlar Bölümü’nde Ebru sanatı eğitmenliği yapmak kri nasıl gelişti?
Mastır eğitimi yaptığım alan ‘Baskı’ olduğu için ve Ebru sanatı batıda bir ‘baskı tekniği’ olarak görüldüğünden; her zaman Ebru sanatına güzel sanatların baskı bölümünde ilgi vardır. Bu anlamda Ebru sanatı ile ilgili çalışmalar yapmak istediğimde gerçekten bana hem destek hem de cesaret verdiler.
Hatta Ebru derslerine, bütün bölümlerden öğrenciler katılıyordu, çok iyi bir ilgi vardı. Bu vesileyle ben de uzun zaman uzakta kaldığım Ebru dostuma tekrar merhaba demiş oldum.
Özellikle Montreal kültür sanat alanında dünyada çok özel bir yerde duruyor. Senede 200’den fazla festival, birçoğu halka açık, ücretsiz sanat gösterileri, projeler; yani her milletten insanın yaşadığı bu şehrin ortak dilinin ‘sanat’ olarak seçilmiş olması, burada yaşamamın en önemli sebebi bu.
Kanada’da, sizin gibi sanat üzerine eğitim almak isteyenlere neler önerirsiniz? Okula başvuru, eğitim süreci ve sonrası için.
Sanat eğitimi alanında Kanada’nın bana en etkileyici gelen özelliği, hemen tüm sanat okullarının bireyselliğe, farklılığa ve kişisel yaratıcılığa son derece önem veren, destekleyen ve gerçekten ufku çok acık bir eğitim stratejisi takip ediyor olmasıdır.
Eğer ki teknik öğrenmek istiyorsan bunun alt yapısını alabilirsin ya da daha ziyade teorik alanda ilerlemek istiyorsan yine bunun yolları ve önü çok açık.
Ancak belki bizdeki eğitim sisteminden biraz farklı olarak, buradaki sistemde, insanlara bilgi yığmak yerine herkesin kendi kapasitesi ve arzusu kadar kendi seçtiği ölçü ve seviyede eğitim sistemi anlayışı var. Bu anlamda aslında kişisel olarak öğrenmeye, deneyimlemeye ve çalışmaya dayalı. Bizdeki tabirle “teklif var, ısrar yok”.
Kanada’da yaşamayı sürdürmenizin en temel sebebi nedir?
Öncelikle Kanada’nın insan haklarına saygılı, barışçı, özgürlükçü, çok farklı etnik ve kültürel özgeçmişten gelen insanların çok güzel bir uyumla yaşayabildiği bir ülke olması.
Hemen ardından sanata ve kültüre verdiği önem ve destek. Özellikle Montreal kültür sanat alanında dünyada çok özel bir yerde duruyor. Senede 200’den fazla festival, birçoğu halka açık, ücretsiz sanat gösterileri, projeler; yani her milletten insanın yaşadığı bu şehrin ortak dilinin “sanat” olarak seçilmiş olması, burada yaşamamın en önemli sebebi bu.
Kendi yaptığı plastik su borusu ile müzik hayatına başlamak; yarattığı eserlerle, konserlerinde çok farklı kitleleri bir araya getirme başarısını göstermek; dünya çapında projeler ve DJ Arkın Allen kimliği ile oldukça üretken bir kişisiniz. Dolayısıyla sırada başka sürprizler var mı EduLife Canada Dergisi okuyucularıyla paylaşacağınız, merak ediyoruz?
Yaşam sürprizler olduğu sürece heyecan dolu, yaşanılası bir yer oluyor, o yüzden her zaman sürprizler var. Öncelikle Eylül’de Burning Man Festivali’nin ardından başlayacağımız single ve videodan oluşan yeni müziklerin çıkartılması planı var. Her iki ayda bir yeni parça ve ona eşlik eden video ile dostlarımıza yeni bir kapı açmak isteriz. Onun dışında yakında açıklayacağımız ve İngilizceden Türkçeye çevirisini yapmak üzere çalıştığım, herkesi derinden etkileyen bir kitabın tercüme çalışmaları var. Sürprizlerin bereketli olduğu bir dönemdeyiz.
Almış olduğu güzel sanatlar eğitiminden, müziğe, yaşam tecrübelerine sorularımızı samimiyetle yanıtlayan Arkın Ilıcalı ’ya içten teşekkürler…
Röportaj: Ciran Derya AYGÜL